Corona Virüs (Covid-19, Korona), Çocuklar, Ruh Sağlığı

Corona

Dış dünya normalden daha korkutucu hale geldiğinde, iç dünyamızı korumak da kolay olmuyor. Çocuklar düşündüğümüzden daha güçlü olsalar da, soyut düşünme becerilerinin henüz tam olgunlaşmamış olması onları endişe verici durumlar karşısında daha hassas kılıyor. Amerikan Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Akademisi tarafından çocuklarla iletişimde kullanılacak öneriler şu şekilde sıralanmış:

  • Çocukların sordukları soruları anlayabileceği bir dilde, yaşına ve gelişim düzeyine uygun şekilde dürüstçe yanıtlamak. (Bu soruların tekrarlanabileceğini aklımızda tutmalıyız. Bazen doğrulama ihtiyacı hissedebilirler.)
  • Çocukların merak ettiklerinde doğru bilgiye ulaşmasına yardımcı olmak (Bakanlığın ya da dünya sağlık örgütünün paylaşımları gibi).
  • Çocukların düşüncelerini, duygularını ve tepkilerini önemsemek ve tanımak.
  • Çocukların bazen durumu bireyselleştirebileceğini, kendinin yakınlarının zarar görebileceğini düşünebileceklerini akılda tutmak.
  • Gerçekçi olmayan sözler vermemek (kimse hasta olmayacak gibi).
  • Korkunç ve kötü şeyler olsa bile, yardım alınabilecek kurumlar ve kişiler olduğunu bilmelerini sağlamak.
  • Çocuklar dünyayı yetişkinlerin penceresinden görmeye meyillidir, bu yüzden etraflarındaki yetişkinlerin reaksiyonları ve söylemleri önemlidir. Yetişkinlerin de kendi duygularının farkında olması önemlidir.
  • Çocukların tv ve sosyal medyadaki olumsuz içeriklere fazlaca maruz kalmasına izin vermemek.
  • Halihazırda kronik hastalığı olan ya da ciddi bir hastalık geçirmiş olan çocuklar daha hassas olabilirler, bu durumlarda daha özenli olmak gerekecektir.
  • Herkes için böylesine acil bir durumu kabul etmek ve baş etmek kolay olmayacaktır ve birçok çocuk ve ergen korkmuş, gergin hissedecektir. Onlara en iyi, onları özgürce dinleyerek ve açık, tutarlı, destekleyici bir şekilde yanıt vererek yardım edebiliriz.

Orijinal metin için:
https://www.aacap.org/App_Themes/AACAP/Docs/latest_news/2020/Coronavirus_COVID19__Children.pdf

Oyun

Oyun

Oyun, çocuğun gelişimi ve iyiliği için gerekli olan evrensel ve vazgeçilmez bir hakkıdır. Çocukluk boyunca gelişimin merkezinde oyun vardır. Oyun spontandır, kendiliğinden olur ve bir iş gibi belli bir amaca yönelik değildir. Çocuğun gelişim yaşına göre bir başkası ile paylaşılır ya da eşlik eder nitelikte olabilir.

Oyunun işlevleri iletişim kurmak, öğrenmek, araştırmak, uyum sağlamak gibi birçok konuyu kapsasa da kısaca oyun çocuğun duygusal, bilişsel, sosyal, ruhsal gelişimi için gerekli kaynakları sağladığı bir alandır. Dil ve bilişsel gelişim, başlangıçta çocukların içsel dünyalarında olup bitenleri tarif etmeye yeterli değildir, yaş büyüdükçe çocukların deneyimlerini tarif edebilme becerileri artsa da, ergenliğe kadar bu işlev öncelikle oyunlar üzerinden sağlanır. Sadece çocuklar için değil yetişkinler için de oyunlar bir geçiş alanıdır ve duygu ve düşüncelerin ifadesini kolaylaştırır.

Oyun, öğrenmenin de sağlandığı bir alandır. Çocuklar, anne babaları ile ilişkide öğrenmeye başlarlar, daha en başta annenin bebeğine oyun benzeri bir ortam kurduğunu, onun ağlamasını, çıkardığı sesleri, huzursuzluğunu ya da gülümsemesini dönüştürdüğünü görürüz, sonrasında ce-e oyunu sırasında küçük çocukların annelerinin orda oluşuna verdiği tepkiler ilk oyunlardandır. Önceleri bir oyuncağı yere atıp geri gelmesini bekleyen bebek, sonrasında yanına gelen başka bir bebeğe oyuncakları uzatır olur. Daha büyüdükçe bu paralel oyunlar, karşılıklı hale gelir, küçük çocuk rol almaya başlar, oyunların içeriği zenginleşir. Hayal gücü ön plana çıkar.

Çocukların oyunlarında o sıradaki gelişimsel mesele ne ise o izlenebilir. Okul çağındaki çocuklarda rekabete, öğrenmeye yönelik içerikler sıktır. Ergenlikte ise oyunlar kılık değiştir, yetişkine yaklaşır ve sosyal içeriklere bürünürler. Her dönemde farklı özellikler taşımakla birlikte, oyun o sırada olup biten meseleleri ele almanın, bunların üstesinden gelmenin bir aracıdır.

Oyun, çocukların gerçek hayatı araştırdıkları, uyum becerilerini artırdıkları bir ara alandır. Oyun oynarken kullanılan malzemeler de bu alandaki araçlardır. Bu nedenle gerçekte oyuncağın kendisinden çok onun nasıl kullanıldığı önemlidir. Çocuklar evdeki herhangi bir nesneyi, kalemmiş, telefonmuş, tabakmış, kaşıkmış, bebekmiş vs. gibi kullanabilir ve bu bir nesneyi ötekinin yerine kullanabilme, hayal edebilme ve mış gibi yapabilme becerisi çok önemli gelişimsel bir adımdır. Ötekinin farkında olmayı, ilişkide olmayı müjdeler.

Çok zor şartlarda, hatta savaşta bile çocukların oyunları devam eder. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 31. Maddesinde çocuğun oyun oynaması temel hak olarak tanımlanmaktadır. Her çocuğun özgürce ve sağlıkla oyunlar oynadığı bir dünya umuduyla…

Bağlanma

Bağlanma

İnsan yavrusu, dünyada canlılar arasında doğumda en çaresiz, en muhtaç ve kendine yeterliliği en az olanıdır. Bebeğin bu çaresizliği, ona bakım verenle arasında kaçınılmaz kuvvetli ve özel bir ilişki ortaya çıkmasını sağlar. Anne ve bebek arasındaki ilişki o kadar özelleşmiştir ki, bu ilişkiden hayatın sonraki aşamalarının tohumları büyür, filizlenir. İşte bu özelleşmiş, biricik ilişki bağlanma davranışını oluşturur.

Yaşamın ilk iki yaşı, küçük çocuğun, fiziksel, zihinsel ve duygusal yönden en hızlı geliştiği dönemdir. Bu nedenle bu dönemde çocuğun sadece fiziksel değil ruhsal gereksinimlerinin giderilmesi de gereklidir. Bu fiziksel ve ruhsal ihtiyacın giderilmesi bağlanmayı sağlar. Bağlanma terimi, bebeklerle anne/babaları ya da bakım verenleri arasında kurulan, duygusal olarak olumlu ve yardım edici bir ilişkinin varlığını ifade eder. Bebeğin bu dönemde sosyal gereksinimini karşılamak için başvuracağı kişi kendisiyle ilgilenen kişiden ibarettir ki, bu kişi genellikle anne olmaktadır. Anne, çocuğun bağlanma gereksinimini tatmin ettiği bir “öteki” olarak da adlandırılabilir. Bu ilk öteki ile kurulan güvenli bağlanma, fiziksel gereksinimleri karşılamayı, çocuğun dünyayı güvenle keşfedebilmesini ve hayata dair güvenlik duygusu geliştirmesini sağlar.

Bebek ile anne arasında oluşan güvenli bağlanma çocuğun psikolojik gelişiminde ciddi bir öneme sahiptir ve annenin sıcak, duyarlı, gereksinimi gidermeye hazır ve bağlanabilir olma özelliklerini taşımasıyla ilgilidir. Birçok anne kendiliğinden bu özelliklere sahiptir, nesiller boyu genlerle, arketiplerle ve biyolojik olarak aktarılarak, anne çaresiz ve bakıma muhtaç durumdaki yavrusuna bakmaya odaklanmıştır. Winnicott’ın tabiri ile birincil annelik tasası ile bebeğinin ihtiyaçlarını hisseder ve özenle yanıtlar. Güvenli bağlanma, duygusal sağlığın bir kaynağı olarak görülür, çocuğa “ötekinin” onun için orada olacağı ile ilgili güven verir ki, bu da onun ilerleyen yaşamında tatmin edici ilişkiler kurma kapasitesine zemin oluşturur.

Sınav Kaygısı

Birçok kişi sınavdan ya da bir performanstan önce endişeli hissedebilir. Aslında bir miktar kaygı, yaşamı sürdürmek, hedeflere ulaşabilmek ve başarılı olabilmek için de gereklidir. Ancak kaygı abartılı olduğunda, başa çıkma, sonuca ulaşabilme ve başarılı olmanın önüne geçer.

Sınav kaygısı olan bireyler, sınav öncesinde ve sırasında yoğun bir endişe yaşarlar, sınav sırasında aslında bildikleri bilgileri hatırlamakta ve ortaya koymakta zorlanırlar ve eş zamanlı olarak sıkıntı hali, terleme, çarpıntı, mide bulantısı, karın ağrısı gibi bedensel belirtiler gösterebilirler. Sıralanan belirtiler çocuğun, gencin performansını etkiler ve bu yüzden bazen sınavı tamamlamakta zorlanabilirler. ‘Başarılı olamıyorum, sınavım kötü geçecek, bu konuda başarısızım, çok konu var, yetiştiremeyeceğim’ gibi olumsuz düşünceler yoğundur.

Sınav kaygısı olan çocuk ve gençler kaygıya yatkın, mükemmeliyetçi bir yapıya sahip, başarısızlığa tahammül etmekte zorlanıyor olabilirler. Çevrenin beklentilerinin yüksek olması da endişeyi artıran bir faktör olabilir.

Sınav kaygısına müdahalede önemli olan, gerçekçi olmayan olumsuz düşünceleri çalışabilmektir. Sınav öncesinde ve sırasında, bu düşünceleri sorgulamak, olumlu uyumlu olan alternatifleri ile yer değiştirmek, sınav sırasında kaygıyla baş edebilmeye dair stratejiler geliştirmek (nefes alma, gevşeme egzersizleri vs.) kullanılan yöntemler arasındadır. Çevrenin sahiplenici olması, destekleyen, karşılaştırmayan ve eleştirmeyen bir tutum sergilemesi, ailenin duygu düşünce paylaşımına açık olması çocuk ve gencin kaygısı ile baş etmesinde önemlidir.

Sınav kaygısı günlük hayatın işleyişini etkiler hale geldiğinde, başarıyı önemli ölçüde etkilendiğinde, çocuk ve gençte zorlanmaya neden olduğunda, uyku yemede etkilenmeye neden olduğunda, uygunsuz baş etme stratejileri (çalışmaktan kaçınma gibi) ortaya çıktığında psikiyatrik destek almak gereklidir.

Özgül Öğrenme Güçlüğü (Özel Öğrenme Güçlüğü)

Özgül öğrenme güçlüğü (özel öğrenme güçlüğü) okul döneminde ortaya çıkan nörogelişimsel bir bozukluktur. Öğrenmede zorlanma okuma, yazma, matematik alanında ya da birden fazlasında olabilir. En sık okuma zorluğu görülmektedir (Disleksi). Okul çağı çocuklarında %5-15 oranında rastlandığı belirtilmektedir (APA, 2018). Özgül öğrenme güçlüğü olan çocukların bir kısmına da Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) eşlik edebilmektedir. Özgül Öğrenme Güçlüğünün, gelişimsel olarak beynin olgunlaşmasında farklılık ile ilişkili olduğu düşünülmektedir.

Disleksi, Özgül Öğrenme Güçlüğünün, okumada zorlanma ile seyreden alt tipini tarif eder. Okumada zorlanma, sesleri ve heceleri tanımada kavramada, birleştirmede zorlanma, sesleri karıştırma (özellikle b-d, p-b, m-n gibi), yavaş okuma, harf hece atlama, karıştırma, ters okuma, satır takibinde zorlanma, okuduğunu anlamada zorlanma, gibi birçok alanda etkilenme ile ortaya çıkabilir. Ayrıca disleksisi olan çocuk, ergen ve yetişkinler, okuma aktivitelerinde zorlanır ve bu nedenle yapmaktan kaçınabilirler.

Disgrafi, öğrenme güçlüğünün yazmada zorlanma ile seyreden alt tipidir. Benzer şekilde, harfleri heceleri tanımada, ayırt etmede, birleştirmede zorlanma, noktalama işaretlerini öğrenmede zorlanma, ters yazma görülen belirtiler arasındadır.

Diskalkuli ise öğrenme güçlüğünün matematik alanında zorlanma ile ortaya çıkan alt tipidir. Sıralı becerilerde zorlanma, sembolleri öğrenmede zorluk, problem çözmede güçlüğü, neden-sonuç ilişkisi kurma gibi matematikle ilgili birçok alanda zorluk görülebilir.

Farklı adlandırmalara rağmen öğrenme güçlü olan çocukların birçoğunda, farklı alanlarda zorlanmalar birlikte görülür. Dün-bugün gibi kavramları karıştırma, saati öğrenmede zorlanma, yönlerde zorlanma, sağ-sol karıştırma, düğme ilikleme, ayakkabı bağlamada zorlanma gibi birçok ek belirti özgül öğrenme güçlüğüne eşlik edebilmektedir.

Bütün bu sıralananlara rağmen bu belirtilerin çocuğun yaşına, gelişimsel özelliklerine, aldığı eğitime göre değerlendirilmesi önemlidir. Özgül Öğrenme Güçlüğü olan çocuklar sıklıkla öğretmenleri ve ebeveynleri tarafından fark edilebilirler. Bu belirtilerin çocuğunuzda görülmesi veya bunlardan şüphelenmeniz durumunda çocuk psikiyatri hekimine başvurmak önemlidir. Tanı süreci klinik değerlendirme, okuldan ve aileden edinilen bilgiler, öğrenme becerilerini değerlendiren testlerle gerçekleştirilir. Ayrıca öğrenmeye engel olabilecek, görme işitme problemlerinin de ayırt edilmesi önemlidir.

Özgül Öğrenme Güçlüğünün tedavisi, uygun eğitsel programların yapılması ve çeşitli eşlik eden problemlerin önlenmesidir. Unutulmamalıdır ki, Öğrenme güçlüğü olan çocuklar, normal zihinsel kapasiteye sahiptir, birçok alanda oldukça başarılıdır ve öğrenme becerileri gerekli müdahalelerle desteklenirse zorluklarının üstesinden gelebilirler. Özgül öğrenme güçlüğünün erken fark edilmesi, müdahale edilerek, uygun eğitim sürecine yönlendirilmesi, çocuğun sonradan yaşayacağı zorlukların önlenmesi açısından önemlidir.

Otizm Spektrum Bozukluğu

Otizm spektrum bozukluğu, sözel ve sosyal iletişim becerilerinin etkilendiği gelişimsel bir durumdur. Belirtiler erken çocukluk döneminde görülmeye başlar ve çocuk büyüdükçe belirginleşir. Otizmin erken belirtileri sıklıkla konuşmada gecikme (kelime çıkışında gecikme, bilinen kelimelerin unutulması), göz teması kurmama, çağrıldığında ismine bakmama şeklinde olmaktadır. Dönen çizimlerle ilgilenme, kendi etrafında dönme, bir nesne/cisim/oyuncakla tekrarlayan şekilde ilgilenme, aynı ses veya sözcükleri tekrarlama gibi tekrarlayıcı, basmakalıp davranışlar görülebilir.
Bozukluğun belirtileri her bireyde farklı biçim ve ağırlıkta görüldüğü için bu duruma otizm spektrum bozukluğu adı verilmiştir ve her bireyde bütün belirtiler olmayabilir.
Çocuğunuzun sosyal becerilerinde ve sözel etkileşiminde güçlükleri olabileceğine dair şüphe duymanız halinde, kısa süre içinde çocuk ve ergen ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanına danışmanız önemlidir. Çünkü, otizmin belirtileri varlığında, erken tanı ve müdahalenin, belirtileri tamamen ortadan kaldırabileceği bilinmektedir.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, dikkatsizlik ve hiperaktivite/dürtüselliğin seyrettiği gelişimsel bir bozuktur. Biyolojik, ruhsal, genetik nedenlerin birlikte oluşumuna katkıda bulunduğu düşünülmektedir. Sıklıkla okul döneminde, günlük hayatın akışını etkileyen hareketlilik (süreli kıpır kıpır olma, sırada oturmakta zorlanma, derste gezinme gibi), dürtüsellik (sabırsızlık, acelecilik, beklemede zorlanma), dikkati başlatma ve sürdürmede zorluk (başladığı işi bitirememe, başka şeylerle uğraşma gibi) şeklinde ortaya çıkabilir. Belirtiler okul öncesi dönemde de görülebilir. DEHB tanısı konulabilmesi için birçok belirtinin birlikte olması ve en az iki alanda çocuğun/gencin işlevselliğini etkiliyor olması gerekir.
Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu tanısı çocuk ve ergen psikiyatri uzmanları tarafından, öykü, klinik görüşmeler ve okuldan edinilen bilgiler ile konulabilir. Psikometrik testler, gerektiğinde tanıyı desteklemek ve eşlik eden durumları saptamak amacıyla kullanılabilir.
DEHB tedavisinde her olguya gereksinimine uygun bir yol çizmek gerekmektedir. İlaç tedavileri, davranışçı yöntemler ve anne-baba eğitimi uygulanabilmektedir.