
İnsan yavrusu, dünyada canlılar arasında doğumda en çaresiz, en muhtaç ve kendine yeterliliği en az olanıdır. Bebeğin bu çaresizliği, ona bakım verenle arasında kaçınılmaz kuvvetli ve özel bir ilişki ortaya çıkmasını sağlar. Anne ve bebek arasındaki ilişki o kadar özelleşmiştir ki, bu ilişkiden hayatın sonraki aşamalarının tohumları büyür, filizlenir. İşte bu özelleşmiş, biricik ilişki bağlanma davranışını oluşturur.
Yaşamın ilk iki yaşı, küçük çocuğun, fiziksel, zihinsel ve duygusal yönden en hızlı geliştiği dönemdir. Bu nedenle bu dönemde çocuğun sadece fiziksel değil ruhsal gereksinimlerinin giderilmesi de gereklidir. Bu fiziksel ve ruhsal ihtiyacın giderilmesi bağlanmayı sağlar. Bağlanma terimi, bebeklerle anne/babaları ya da bakım verenleri arasında kurulan, duygusal olarak olumlu ve yardım edici bir ilişkinin varlığını ifade eder. Bebeğin bu dönemde sosyal gereksinimini karşılamak için başvuracağı kişi kendisiyle ilgilenen kişiden ibarettir ki, bu kişi genellikle anne olmaktadır. Anne, çocuğun bağlanma gereksinimini tatmin ettiği bir “öteki” olarak da adlandırılabilir. Bu ilk öteki ile kurulan güvenli bağlanma, fiziksel gereksinimleri karşılamayı, çocuğun dünyayı güvenle keşfedebilmesini ve hayata dair güvenlik duygusu geliştirmesini sağlar.
Bebek ile anne arasında oluşan güvenli bağlanma çocuğun psikolojik gelişiminde ciddi bir öneme sahiptir ve annenin sıcak, duyarlı, gereksinimi gidermeye hazır ve bağlanabilir olma özelliklerini taşımasıyla ilgilidir. Birçok anne kendiliğinden bu özelliklere sahiptir, nesiller boyu genlerle, arketiplerle ve biyolojik olarak aktarılarak, anne çaresiz ve bakıma muhtaç durumdaki yavrusuna bakmaya odaklanmıştır. Winnicott’ın tabiri ile birincil annelik tasası ile bebeğinin ihtiyaçlarını hisseder ve özenle yanıtlar. Güvenli bağlanma, duygusal sağlığın bir kaynağı olarak görülür, çocuğa “ötekinin” onun için orada olacağı ile ilgili güven verir ki, bu da onun ilerleyen yaşamında tatmin edici ilişkiler kurma kapasitesine zemin oluşturur.